“Chance”, Polonyalı yazar Kozinski’nin 1971 yılında yayımlanan ünlü romanı “Orada Olmak”ın baş kahramanıdır. Annesi doğum sırasında ölen babasının kim olduğu bilinmeyen bu talihsiz kişi yaşamı boyunca “Yaşlı Adam” isimli emekli bir avukatın yanında yaşamış, tüm gereksinimleri onun tarafından karşılanmış ve onun evinde bahçıvanlık yapmıştır.
Okuma yazma bilmeyen Chance dış dünyayla temas kuran biri değildir. Bahçeyle ilgilenmek dışında yaptığı tek şey televizyon izlemektir. Dünya onun için televizyonda izlediği diyaloglardan ibarettir. Aslında Chance’in yaşamı çoğumuzun gıpta edeceği büyülü bir yalınlıktadır ancak ne var ki bir gün bu büyü bozulur. Yaşlı Adam vefat eder ve ölümüyle adamın mirasını takip eden avukatlar ortaya çıkıp Chance’e evi boşaltmasını söylerler. Serüven böylece başlamış olur.
CENNETTEN KOVULMAK
Oğuz Haşlakoğlu, Chance’in evden kovulmasını bir tür cennetten kovulmaya benzetir ve şöyle der:
“Ne var ki bahçedeki hayatını ve bahçıvanlık tecrübesini geride bırakmayıp bir ruh hali olarak hep kendisinde barındırdığı için, bir dizi olay sonucunda, geçmiş ve gelecek arasına sıkışmış bir korku ve ümit sarmalında savrulan insanın, bu yüzden her şeyi karmaşık hale getirerek kendi kendisini cennetten kovduğunu görmemizi sağlar. Bu ise temel sorunumuzu açıklar: Orada olamamak.” (*)
Haşlakoğlu’nun okumasında Chance’in olamadığı orası “kendilik” olarak karşımıza çıkar. Bu okumadan hareketle cennetin iki yer, iki uğrak olduğu da rahatlıkla söylenebilir. İlki Chance’in geride bıraktığı bahçe, bahçe ile kurduğu özdeşlik hali, ikincisi ise bir imkân olarak kendilik hali.
Birinci cennetten, özdeşlik halinden kovulma, özdeşliğin olumsuzlanması, “ümit ve korku sarmalında savrulma”, başka bir ifadeyle yabancılaşma olarak görülse de kendilik haline yani ikinci cennete olanak sağlayan bir durumdur. Chance’in yanında artık Yaşlı Adam ve onun sağladığı güvenlikli bahçe yoktur ancak o bu vesileyle ilk kez kendi olma olanağı elde etmiştir.
Haşlakoğlu, “orada olmak” ifadesini “önce ve sonra içermeyen bir ruh hali” olarak tanımlar. Bu durum yalın, saf bir zihin durumuna gönderme yapar. Yalınlıktan önce içine düşülen karmaşanın hayati önem taşıdığını aklımızda tutarak konunun daha iyi anlaşılması için dikkatimizi sanat yapma faaliyetine verebiliriz.
Ressam Utku Dervent: “Yaptığı her resim, dünyayla tüm ilişkileri aracılığıyla, ressamın kendisiyle karşılaşması olarak, bir otoportredir. Çünkü ressamın yapıtında resmettiği dünyayı nasıl algıladığının ifşası olarak kendisidir.” **
Oscar Wilde da aynı şeyi söylüyor: “Duyguyla yapılmış her portre ressamın portresidir, resmi yapılanın değil.”
Sanatçı her sanat yapma eyleminde kendinde olma (orada olma) deneyimi yaşar ve aynı zamanda sanat yapıtı aracılığıyla bize de orada olma haline dair bir söz söylemiş olur.
Kendiliğe ilişkin bu deneyim, Platon dağarcığına uygun bir biçimde söyleyecek olursak kendiliğin, “alethia” (gizli olanın açığa çıkarılması) aracılığıyla “anamnesise” (hatırlama) tabi tutulmasıdır. Hatırlama yoluyla gizli olanın açığa çıkarılması en çarpıcı şekilde sanat yapma eyleminde deneyimleniyor olsa da aslında insanın tüm yapıp etmelerinde açığa çıkan şeydir odur. Kendilik mütemadiyen “orada olan”dır, bize düşen şey yalnızca bunun hatırlanmasıdır.
Haşlakoğlu - Sanatın Ruh Hali; Orada Olmak (makale). *
Utku Dervent - Her Resim Bir Otoportredir **